Kış aylarında hepimizin istediği içimizi ısıtacak bir içecektir.. Özellikle bir de kar yağarsa tamamen karşı konulamaz bir istek haline geliyor.

Meteoroloji yeni yılın ilk haftası, İstanbul için kar uyarısında bulunmuşken, hepimizin sevdalısı olduğu sıcak çikolata tarifi fena gitmez herhalde.

Çevremizdeki herkesin bayıldığı portakallı sıcak çikolata tarifimizi sizinle paylaşmaktan zevk duyuyoruz. İçtikçe de yorumunuzu, paylaşımınızı alırız artık ☺

Malzemeler

- 1 adet Portakal
- 80 gr Bitter Çikolata
- 2-3 yemek kaşığı Kakao
- 2-3 yemek kaşığı toz şeker
- 1 paket Vanilya

Portakalı ve bitter çikolatayı rendeliyoruz öncelikle. Portakalı rendelemek kolaydır da bitter çikolata için aynısını söylemek zor. Bu yüzden isterseniz blenderdan geçirebilirsiniz isterseniz de bıçakla minik minik kesebilirsiniz. Dışarıda bir süre bekletirseniz kesme işlemi daha kolay oluyor tecrübeyle sabit. Rendeleme işlemi bittikten sonra diğer malzemelerle beraber bir kavanoza koyun ve bütün bir kış içeceğiniz sıcak çikolata karışımını hazırlamış olun ☺

Karışım hazır da içeceği nasıl olacak derseniz her bardak için 2 tatlı kaşığı karışımdan ilave etmeniz ve sütle beraber kaynatmanız yeterli olacaktır.
Kaynatırken yayılan iştah kabartıcı kokuyla ruhunuzu doyurun.
Aynı zamanda ellerinizin hem portakal hem de çikolata kokması kadar huzurlu daha az şey var bize göre ☺
Afiyet olsun ❤☺

Kaynana dilleri, şapkalar, 2019 gözlükleri, renkli renkli süsler, en hit müzik listeleri, yemekler, çerezler ve içecekler...Hepsi hazır. Peki 2019'a nerede giriyoruz? Güzel bir bar ya da sağlam bir club mü? Belki menüsü geniş bir ocakbaşı, belki de canlı müziğin olduğu bir taverna. Hiç olmadı sakin bir balık restoranı...Belki de bir sokak partisi...

Ne fark eder? Sevdiklerimizle beraber olduktan sonra yeni yıla nerede, nasıl girmişiz ne fark eder? Evet, bu sorunun cevabı oldukça basit. Bizim Food in Mobili olarak üzerine düşeceğimiz konu ise restoran, kafe ve barların ya da envai çeşit mekanların uyguladığı yılbaşı tarifesi olacak.

Her özel günün sömürü şekli farklıdır. Sevgililer gününde çiçek, anneler gününde küçük ev aletleri, babalar gününde kemer-cüzdan fiyatları pahalılaşır. Ramazan ayında iftar menülerinin yanından geçmeniz imkansızdır mesela. Ramazan Ayı ruhuna aykırı sofralar fahiş fiyatlarla servis edilir ve  talep de görür ne yazık ki. Yılbaşında da birçok mekan bu uygulamanın hakkını veriyor. Fahiş fiyat uygulaması...
Şaka...

Bizim Food in Mobili olarak karşı olduğumuz durum böyle günlerin "arz-talep" adı altında sömürülmesi. Küçük bir örnek verecek olursak; İstanbul, Kadıköy'de orta düzeyde bir barda - isim paylaşmayacağız ama internette ufak bir araştırmayla bunun gibi birçok mekan bulabilirsiniz - ortalama olarak 2 kişi, 4 adet 50 cl. bira ve çerezle 70 ila 100 TL arasında bir fiyat ödersiniz. Aynı yerde yılbaşı paketi mi? Aynı ürünler ele alırsak en az 150 TL! Üstelik yılbaşı akşamında normal standartlarda mekanda yiyip içmenize de izin verilmez. Ne kadar üzücüdür ki bu duruma rağmen, yani bile bile ladese rağmen, mekanda yer dahi bulamazsınız...

Başka bir örnekte İstanbul, Beşiktaş taraflarında bir meyhaneden... 4 kişi için o meşhur "fix menü" karşılıyor bizleri; kişi başı 250 TL fiyatıyla, 100 cl rakı, 4 çeşit meze, ana yemek ve meyve tabağı vaat ediyor. Evet 1000 TL şu bahsettiğimiz yılbaşı kazığı, amaan pardon, yılbaşı menüsü.

Alkolsüz mekanlara baktığımızda ise karşılaştırması gayet kolay olacak şekilde, renkli afişlerle, müzikle yılbaşı eğlencesinin doruklara ulaşacağı belirtiliyor ve en az 60 TL'den başlayan fiyatlar bizi karşılıyor. Sınırsız yerli alkolsüz içecekte cabası. Yani çay :D

Biz Food in Mobili olarak böyle günlerin sömürülmesine karşıyız. Bile bile kazığın bu kadar çok tercih edilmesine de üzülüyoruz. Böyle durumlara alternatifin, çok daha fazla alternatifin, olduğunu biliyoruz ve bu alternatifler tercih edilirse fiyatların diğer özel günlerde değişeceğini de biliyoruz. Siz önce bir hindinizi yiyin bakalım :D Sahi, neden hindi yenirdi?

Bizim "ismini vermeden" karşılaştığımız örnekler bu şekilde. Sizin de örneklerinizi aşağıda yorum olarak bizimle paylaşmanız çok güzel olur, öyle konuşuruz aramızda... Mailinizi de bırakın ki en son yazılardan direkt haberiniz olsun. Herkese lezzetli seneler...


Yeni yıl yaklaşırken coğrafyamız gereği havalar soğumaya, yeni yıl temennileri artmaya ve planlar yapılmaya başlandı. Acaba nerede yeni yıla girsek? Başka bir heyecanda yeni yıl yemeği olsa gerek. Aile ve sevdiklerimizle beraber koooocaman bir sofra ve güzel sohbetle devam eden bir yeni yılı karşılama yemeği.

Yukarıdaki paragrafı okurken, başlıktan bağımsız olarak, iddia ediyoruz aklınıza hindi gelmiştir. Peki yıl başı yemeğiyle hindiyi bu kadar özdeşleştiren durum nedir? Son yazıda imambayıldının kahramanı imamın peşine düştüğümüz gibi şimdi de Food in Mobili olarak hindinin peşine düşüyoruz. Hey gidi koca hindi hey. Hiç rahat bırakır mıyız seni?

Yılbaşında yenen hindi tamamen bir kültür karmaşasının ürünü. Zamanların birbirine yakın olmasıyla birbirini etkileyen olaylar sadece. Şunu belirtelim ilk olarak, olayın hiçbir din ile alakası yoktur. Bol keseden sallamayalım.

Bildiğiniz üzere İngilizler Amerika'nın keşfiyle beraber sıklıkla bu yeni karaya seferler düzenlemişlerdir. Bu yeni keşif insanlığın iştahını kabartmıştır. İlk başlarda tabii sömürü düzeninin güzel yüzü devreye girmiştir. Amerika'nın asıl yerlileri olan nam-ı değer Kızılderililer ile İngilizler iyi geçinmişlerdir. Birçok kültür etkileşimi yaşanmış, birbirlerine yardımlarda bulunmuşlardır. Mesela patates tüketilmesi böyle başlamıştır. Enteresan değil mi? Örneğin; sen koskoca İstanbul fatihi, Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, hiç patates yiyeme. Olacak iş mi? Evet, olacak iş. Çünkü patates Amerika'nın keşfinden sonra dünya mutfak literatürüne katılmış. Neyse konumuz hindi kardeş. Patatesten bir farkı yok ama, o da Amerikalı.

İngilizlerin oyununa, gülen yüzlerine aldanan Kızılderililer, teşekkürlerini iletmek adına kendilerine mükellef bir sofra hazırlamışlar ve baş köşeye de Amerika'da bolca bulunan ve 1621'de Amerika'ya gelen İngilizler tarafından bolca avlanan kümes hayvanı hindiyi koymuşlar. Muhteşem leziz, harika besleyici bir et. O gün İngilizlerle aralarından su sızmayan, saf, iyi yürekli Kızılderililer sonrasında bin yılın kazığını yemişlerdir.

İngilizler hindiyle tanıştıkları bu barış yemeğini ve dolayısıyla Amerikalılarda, şükran günü olarak kutlamaya başladılar ve baş köşeye hindiyi koydular. 1863 yılında bu gün Abraham Lincoln tarafından "Şükran Günü" olarak ulusal bayram haline getirildi ve bir fiil 1941 yılından beri de net olarak Kasım ayının son perşembesi "Şükran Günü" olarak kutlanmaya devam edildi.. Bu özel gün ve baş rolü hindi de pazarın genişlemesi ve zamanların daralması ile ticari dünya tarafından yıl başı ile bütünleştirilmiş, günümüze kadar gelmiştir.

İşte hindinin hikayesi. 1621'de dostluklar pekişsin diye Kızılderililerin sunumuyla sofraları şenlendirmeye başlayan hindinin hikayesi işte bu. İngilizlerin güler yüzüne kanan Kızılderililer de sonrasında yaşadıkları soykırıma ithafen onların aksine onların "şükran günü"nü "yas günü" ilan etmişlerdir.


Hindi, 17. yüzyılın başlarında Amerika'dan dünyaya açılan, Amerikalı arkadaş, bizim yeni yıl soframızın, birilerinin şükran sofrasının, Kızılderililerinde yas sofrasının yiyeceği olmaya devam ediyor...

Hemen her yaştan insanın yemeklerle alakalı muhabbet edeken isim yarıştırma işinde belki ilk sıralarda aklımıza gelir imambayıldı. Belki de dilber dudağı ve vezir parmağından sonra. İlginç ismi lezzetinin yanında her zaman o soruyu sordurmuştur bizlere: Kim bu imam? Neden bayıldı? Bu imamın bayılmasının arkasındaki güç ne? Tabii ki lezzeti olsa gerek...

Muhteşem lezzetler ve yaratıcı isimlerle dolu mutfağımızın bir başka yıldızından bahsedeceğiz anladığınız gibi...İmambayıldı. Türk Dil Kurumu'na göre birleşik yazılır önce onu belirtelim.  Din ve mutfak işlerinin birbirine karıştığı imambayıldının diğer yıldızları da soğan, sarımsak, yeşilbiber, domates ve maydanoz ile isteğe göre çeşitli baharatlardır. Gördüğünüz gibi vegan bir lezzet kendileri. Başrolünde patlıcanın olduğu Türk mutfağının bu güzide lezzetinin adı neden böyledir peki?

Food in Mobili olarak bu imamın peşine düştük, üç değişik rivayete ulaştık. İlk olarak oldukça basit bir yaklaşımla imamın eşinin "evde ne varsa içine kattım" diyerek yaptığı yemeğe olan hayranlığından kalan bir isim. Bu evden sonra diğer hanelere de yayılır yemek ve isim birazda mizahi duygularla imambayıldı olarak kalır.

Diğer rivayete göre; biliyorsunuz ki tarihimiz çetin savaşlar ve kıtlıklarla dolu. Öyle ki mısır, buğday ve hayvansal ürünlere hasret kalınılan bir dönemde kilerlerin önemi ve depolama oldukça önemliymiş. Bizim köyün imamı da kirli çıkıymış biraz ve kiler tıka basa doluymuş. İmam nihayetinde. Anladınız siz onu. Bir gün imamın karısı bütün kileri boşaltmış ve köylüye dağıtmış, kalan birkaç malzemeyle de bizim yıldızı yapmış. İmam yemeği çok sevmiş sevmesine ama kileri görünce malum sonuç olmuş. Yemeğin adı da imambayıldı olarak kalmış.

Son rivayete göre de imamımız zengin bir zeytinyağı tüccarının kızıyla evlenmiş. Eee kayınpeder zeytinyağı zengini olunca çeyizde zeytinyağından geçilmiyormuş. Kadın imamımıza sürekli zeytinyağlı patlıcan yemeği yapıyormuş. İçine domates, biber, soğan ve sarımsak ekleyerek yaptığı bu yemeğe tabii ki sevgisini de katıyormuş. O kadar mutlularmış ki, bu yemek sanki onların çocukları gibi olmuş. Patlıcan abi, zeytinyağı ve domates, biber, soğan da kardeşleriymiş. Mutlu mesut yaşarlarken bir gün ne olmuş biliyor musunuz? Zeytinyağı bitmiş. Zeytinyağının bittiğini öğrenen imamımız bir karısına bakmış, bir boş zeytinyağı şişelerine bakmış, bir de domates, biber, patlıcana. Bu şoka dayanamayan imam, mutfak literatürüne gireceği o meşhur anı yaşamış ve bayılmış...

İşte rivayetler böyle. İmambayıldı, muhteşem lezzet, toplumumuza mal olmuş, tarihi tam net olmayan anonim bir kültür şaheseridir. Zeytinyağı ve patlıcanın başrolde olduğu bu vegan lezzet aynı kültür yemeklerle bolca karşımıza çıkan Ege yöresine ait bir lezzettir.

İmambayıldının hikayesini Food in Mobili olarak paylaşmak istedik. Domates, biber, patlıcan şarkısıyla sanki üçüncü rivayetteki imamı gözümüzün önüne getiren büyük usta Barış Manço'yu da saygıyla anıyoruz.. Zeytinyağının bittiğini öğrendiği o an ve "Domates, Biber, Patlıcan".Karsu'nun güzel yorumuyla şarkıyı aşağıya bırakıyoruz... Bir anda bütün dünyam karardı, bu sesle sokaklar yankılandı, domates, biber, patlıcan.


İmam Bayıldı Yapımı Tarifi İçin Malzemeler

  • 5 adet patlıcan
  • 2 büyük boy soğan
  • 3 adet yeşil biber
  • 3 adet domates
  • 6-7 diş sarımsak
  • Yarım demet maydanoz
  • Sıvı yağ
  • Pul biber
  • Karabiber
  • Tuz

İmam Bayıldı Yapımı Tarifi Yapılışı

  1. Patlıcanları alacalı soyarak yarım saat kadar tuzlu suda bekletin.
  2. Ardından tuzunu akıtıp, havlu kağıt ile kurulayıp çevirerek her yönünü sıvı yağda kızartın.
  3. Yağın fazlasını alması için havlu kağıda alın.
  4. İç harcı için soğanları piyazlık doğrayın, 2-3 yemek kaşığı sıvı yağ ile ocağa alın ve kavurmaya başlayın.
  5. 5 dk kadar soğanlar kavrulduktan sonra küçük doğranmış biberleri ve sarımsakları ilave edin, bir süre daha kavurun.
  6. Küçük doğranmış domates ve baharatları da ekleyerek domatesler suyunu biraz çekene kadar kavurmaya devam edin.
  7. İnce kıyılmış maydanozu ekleyerek ocaktan alın.
  8. Fırın kabına aldığınız patlıcanların üzerine boydan çizgi şeklinde kesin.
  9. İçlerine hazırladığınız iç harcından doldurun.
  10. Tavada kalan domatesli suyu fırın kabına dökün.
  11. Eğer su yeterli değilse domates sosu ile ya da çok az salça ile sos hazırlayın ve 190 derece ısıtılmış fırında pişirin.
         Afiyet olsun...




Salatamızda, yemeğimizde, zeytinin üzerinde, ekmeğin kenarında, çorbanın üzerinde, yemek yapmaya başlarken, son dokunuşları yaparken, sağımızda, solumuzda, önümüzde, arkamızda, hemen her yanımızda ne var biliyor musunuz? Yağlar...

Bu yazıyı okuduktan sonra bulunduğunuz yerde, evinizde, işinizde, çocuğunuzun okulunda, spor salonunuzda, kütüphanede, hastanede, her nerede iseniz orada yağ olduğunu fark edeceksiniz... İnanmıyorsanız şimdi kalkın ve mutfağa bakın. Mutfağın baş köşesinde, en yakışıklı, en güzel şişesinde kim arz-ı endam ediyor?

Peki nedir bu yağ? Karbonhidratlar yazısı ile giriş yaptığımız canlıların temel bileşenleri olan organikler dünyasının en önemli kollarından biridir yağ. Biz yağların "besin" kısmıyla biraz ilgileniyor olacağız. Yağ da karbonhidrat gibi karbon atomunun çevresinde şekillenen bir yapı aslında. Kimyasal adıyla "lipit". 

Yağlar, yapılarında karbon (C), hidrojen (H), oksijen (O) atomları bulunduran, suyla karışmayan, yapıtaşları da yağ asitleri ve gliserol olan maddelerdir. Bizlere en çok enerji veren organik bileşikler. Vücudumuzun kullanım sıralamasında karbonhidrattan sonra ikinci olarak görev yaparlar. Tükettiğimiz ve sindiremediğimiz karbonhidratlar yağa dönüşür ve vücutta depolanır, yakması zordur! Nasıl depolandığını görmek için aynaya bakabilirsiniz:) Organik yapısının yanında sentetik olarak birçok alanda kullanılan yağ çeşitleri vardır. Basit olarak örnek vereceksek eğer sentetik yağa; motor yağları.

Bizler yemek yaparken birçok yağ çeşidi kullanırız. Bu yağlar, fosfolipit, steroit (steroit mi bastın sen? Tanıdık geldi mi bu söz?) ve trigliserit olarak ayrılan genel lipitler içerisinde, trigliserit olanlardır, yani nötral yağlar. Trigliserit yağlar hücrede parçalandığında karbonhidratlara ve proteinlere göre daha çok enerji veren moleküllerdir. Trigliseritlerde "doymuş yağ" ve "doymamış yağ" olarak ikiye ayrılır. - Bir ampul yandı değil mi şimdi-, evet o reklamda "doymamış yağ oranı yüksek" diyordu. Peki ne demek oluyor bu? Şöyle diyebiliriz, doymuş yağlar hayvansal yağlar, doymamış yağlar bitkisel yağlar. Margarinde bir bitkisel yağdır ama kimyasal işlemle doymuş yağ formuna getirilen az yer kaplayarak çok verim elde edildiği düşünülen bir yağ çeşididir.


Yağların canlılar için önemine gelince...


  • Yağlar vücudun en ekonomik enerji kaynağıdırlar. Enerji kaynağı olarak karbonhidratlardan sonra kullanılırlar.
  • Hücrede yapı maddesi olarak kullanılırlar. Özellikle hücre zarının yapısına büyük ölçüde katılırlar. Ayrıca vitamin ve hormon olarak da görev yaparlar.
  • Yağların hücresel solunumla yıkılması sonucu fazla miktarda metabolik su oluşur. Bu yolla kış uykusuna yatan hayvanların, çöl hayvanlarının ve göçmen kuşların su ihtiyacı karşılanır. Ayrıca hafif olup az yer kapladıkları için göçmen kuşların uçmasında kolaylık sağlarlar.
  • Vücudun yağda çözünen vitaminlerden (A, D, E, K) yararlanmasını sağlarlar.
  • Vücutta sentezlenemeyen esansiyel yağ asitleri yağlarla alınır.
  • Vücuda fazla miktarda alınan yağlar, yağ hücrelerinde depo edilerek yağ dokusunu oluşturur. Yağ dokusu, iç or­ganlara desteklik ettiği gibi deri altında birikerek vücut sıcaklığını korumaya da yarar. Yazının başında belirtmiştik, doğru aynaya. Örneğin; kutup ayıları derile­rinin altına büyük miktarda yağ depo etmek suretiyle soğuk ortamda yaşamlarını sürdürebilmektedir.
Biraz da zararı...

  • Aşırı yağlı besinlerle beslenme, damar sertliği ve dolaşım bozukluklarına yol açabilir. Damar sertliğinde kan damarlarının iç yüzeylerini kaplayan yağ birikintisi, damar iç dokusunun sertleşmesine yol açar. Esnekliği azalan damarlarda kan akışı zorlaşır, damar çapları küçüldüğü için de kan basıncı artar ve tansiyon yükselir.
Şimdi gelelim bolca tanıdığımız, bildiğimiz, kullandığımız yağlara, say say bitmez ama biz başlayalım;  argan yağı, aspir yağı, avokado yağı, ayçiçek yağı, balık yağı, ceviz yağı, çörek otu yağı, fındık yağı, greyfurt yağı, hardal yağı, hindistan cevizi yağı, kabak çekirdeği yağı, kanola yağı, kayısı yağı, kekik yağı, kenevir yağı, keten tohumu yağı, kolza yağı, limon yağı, mısır yağı, palm yağı, pamuk yağı, pirinç kepeği yağı, portakal yağı, soya yağı, susam yağı, tereyağı, üzüm çekirdeği yağı, yer fıstığı yağı, zeytinyağı, yağı da yağı, yağı da yağı... Bizim aklımıza gelenler bunlar. Hepsinin bizlere ayrı ayrı faydası bulunmakta ama unutmayalım ki her şeyin fazlası zarar! Sizin aklınıza gelen yağı yorum olarak bizimle paylaşırsanız seviniriz :) Kolesterole dikkat. Başka bir yazıda kolesterole de değinmiş olacağız. Biz bu yağların peşini bırakmayız!


Yazının sonunda belirtmeden geçemeyeceğiz. Endüstriyel dünyada yağların tüketimi küresel şirketlerin iştahını oldukça kabarttığından çevre bilinci ve canlı sağlığı ikinci planda, kötü çalışma şartlarında yağ üretimi yapılmakta. Herhalde bunun başını da palm yağı çekmekte! Endonezya ve Malezya'da palm yağı üretimi için doğal orman alanlarının yok edildiğini ve palmiye ağacı dikildiğini biliyor muydunuz? Ayrıca işleme koşullarından dolayı son derece kanserojen olduğunu! Palm yağından ve palm yağı kullanılarak üretilen ürünlerden uzak duralım. Food in Mobili'nin nacizane tavsiyesi.

İşte yağlar... Şimdi yemeğe katarken biraz daha farklı düşüneceğimiz açık. Siz yemeklerde en çok hangi yağı tercih ediyorsunuz? Yorum olarak bırakabilirsiniz... Food in Mobili'de kalın. Mailinizi bırakın ki sizi en yeni yazılardan haberdar edelim...

Not: Kızarmış yağlarınızı lütfen lavaboya dökmeyin! Çevre kirliliğine sebep olmayın!

Kaynaklar: 

http://webders.net/canlilarin-temel-bilesenleri-ders-11-111p2.html

https://yemek.com/sozluk/yag/#gref

http://www.yenibiyoloji.com/lipitlerin-yaglarin-ozellikleri-ve-cesitleri-236/

Genelde soğuk kış günlerinin, akşamlarının hatta gecelerinin sıcak ortamlarının içeceği, her ne kadar eskilerde kalsa da sokak kültürümüzün efsanesi, sokaklarda bekçilerden başka kimsenin kalmadığı dönemden günümüze bir selam ki tarihi 14. yy ve öncesine kadar dayandığı bilinen bir fenomen, bir efsane... Boooozzaaaaaa...


Boza, darı irmiği, su ve şekerden üretilen bir kış içeceğidir. Özellikle Osmanlı döneminde kendine geniş bir yer edinmeyi başaran boza Türkiye'nin yanı sıra Kosova, Bulgaristan, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Karadağ, Sırbistan, Romanya gibi ülkelerde ve Asya'ya doğru geçtiğimizde de Kazakistan ve Kırgızistan gibi ülkelerde tüketilen bir içecektir. Günümüzde bolca tüketildiği söylenemez ama hatrı sayılır bir yeri vardır bu kültürlerde.


Ülkemizde boza deyince akla ilk gelen Vefa Bozacısı'dır herhalde. 1876 yılından beri İstanbulluları bu lezzet ile buluşturan Vefa Bozacısı günümüzde "Tarihin Çağdaş Yüzü Vefa Bozacısı" mottosuyla hizmet vermeye devam ediyor. Albüm çıkartacakmış gibi İstanbul'da Unkapanı Plakçılar Çarşısı'na gittiğinizde hemen su kemerine ve İstanbul Şehir Tiyatrosu Reşat Nuri Güntekin Sahnesi'ne çok yakın bir yerde bulunuyor tarihi mekan. O tarihi dokuyu yerle bir eden çarpık binaların arasında, o çirkin çarşı binalarının tam arkasında bir nevi şahsına münhasır, tarihi dokusunu korumaya çalışan bir işletme.

Kış aylarında ve özellikle Ramazan Ayı'nda önünde araba ve insan kuyruklarıyla karşılaşacağınız Vefa Bozacısı boza lezzetini en güzel şekilde bizlere sunuyor. Biz Food in Mobili olarak gittik gördük ki oldukça uygun fiyatıyla da tarihi lezzete sahip çıkılıyor. İster cam bardakta mekanda oturarak, ister köpük bardakla alıp dışarıda yürürken içebileceğiniz bozanın bardağı 5 TL'ye satılıyor. Özelllikle bozanızı alıp içine sıcak sarı leblebiyi atarak dükkanın önünde dikilip insanların sohbetlerine ortak olmak muhteşem bir keyif. Ayrıca bu lezzeti litrelik cam veya plastik şişelerde alıp evinize de götürebilirsiniz.

Birazda bu tarihi mekanın "tarihçesine" değinelim. Hacı Sadık Bey, ki internet sitesinde "büyükbabamız" diye söz edilmekte kendisinden, 1870 yılında Arnavutluk'un Prizren şehrinden İstanbul'a göç eder. Hacı Sadık Bey damak tadına çok güvenen bir kişidir ki İstanbul'da o dönem saray eşrafınca oldukça tercih edilen sulu kıvamlı, esmer renkli ve ekşi lezzetiyle yaklaşık 200 kişinin üretip sattığı bozaya kendine has bir yorum getirerek bugünkü koyu kıvamlı, açık sarı renkli henüz yeni mayalanmış ve kabarcıklarının oluştuğu andaki çok hafif ekşimsi bir lezzet olarak sunar.

 Evinin bodrumunda ürettiği bu lezzetli bozayı   yaklaşık 6 yıl boyunca kış geceleri saray ve   çevresinde sırtında taşıdığı bakır güğüme   doldurarak satar. Satar da satar, satar da satar ve   artık yetişemez olur. En sonunda döneminde birçok bürokratın ve saray eşrafının yaşamak için tercih   ettiği Vefa semtinde 1876 yılının eylül ayında   dünyanın ilk boza ticarethanesini açar. Günümüzde   4. nesil ile beraber hala aynı yerde işletilen bu tarihi mekan aynı lezzeti sunmaya da devam ediyor.

 İşte böyle, bir gidelim Fatih'te Vefa semtine, Tarihi   Vefa Bozacısı'nda bir boza içelim dedik ve lezzete,   tarihe doyup bir daha gideceğimiz günü iple   çekmeye başladık. Tam mevsimi, haydi siz de   gidin...Unutmadan, sarı leblebi almayı unutmayın... Boooooozaaaaaa.....


 Kaynakça; http://www.vefa.com.tr/

"Rendelenmiş kabağa un, yumurta, peynir, dereotu, tuz karabiber, taze soğan katılmasıyla yapılan bir tür köfte" diye tanımını yaptığımız ama lezzetini anlatmakta son derece eksik kaldığımız, damak tadımızı coşturan, muhteşem bir haz duyduğumuz o nev-i şahsına münasır yemek; mücver...

Evet genellikle mücver yukarıda bahsettiğimiz gibi bilinir ancak tamamen markalaşmış bir yemek ismidir. Osmanlı döneminde çok sık tercih edilen bir lezzetti ve sebzelerin "mücver tavası"nda karıştırılarak kızartılması şeklinde yapılırdı. Yani mücver Osmanlı'da bir yemek yapma şekliydi. Kabaktan ziyade mevsimsel her türlü sebzeyle hazırlanan mücver için daha çok patlıcan, kadayıf, kıyma, ciğer ve taze fasulye tercih edilirdi. Ayrıca Osmanlı da bu yemek yapma şekli "mücmer" olarak da adlandırılırdı. Özel tavası olan bir nevi sebzeli köfte diyebiliriz mücver için ve günümüze o dönemlerden kabağın başrolünü aldığı ve genel hatlarıyla çeşitli sebzelerle karıştırılarak yapılan köfte türü olarak gelmiştir.

Mücver tarihi açısından her türlü sebzeden de yapılabilirliği ve hemen hemen her dönemde yapılabildiği için çokta yörel bir olayı olmadığını görüyoruz. Genel olarak tüm coğrafyayı kucaklayan bir yiyecek. Ancak balkanlarda, trakyada çok tercih edildiğini görüyoruz. Ayrıca mücverimiz öcce ismiyle Kilis yöresinde karşımıza çıkmakta, ki o bölge de Hatay, Gaziantp mutfaklarında da aynı isimle arzı endam etmekte. Geniş coğrafyası ile Akdeniz mutfağı da baya sever mücveri. Mutfağımıza özgü mücvere benzer olarakta doğu bloğu ülkelerinde ve Amerika'da da yumurta ve unun kullanımı açısından benzerlikler gösteren yemeklerle karşılaşabiliyoruz. Amerika'da "cake" adı verilen en bilinen örneği ile patatesin un ve yumurta ile bağlanıp kızartıldığı yemek türüdür. Ayrıca doğu bloğu ülkelerinde ve özellikle Polonya'da tercih edilen şekli ile "latka" olarak adlandırılan yemektir. Latkayı bir nevi patatesli pankek olarak tanıtabiliriz.

İşte günümüzde kabağın as solistliğini yaptığı tarihsel açıdan mevsimine göre her sebzeyle yapılabilen ve geniş coğrafyası ile, ki dünya geneli olabilir bu :) , herkese hitap eden muhteşem lezzet, sebze köftesi, mücver... Haydi bakalım malzemeler çıksın ve bu lezzete evimizde yolculuk edelim...


Kabak Mücveri Nasıl Yapılır? Malzemeler

  •  3 adet yumurta
  •  3 adet kabak
  •  Yarım su bardağı un
  •  2-3 dal yeşil soğan
  •  Yarım demek maydanoz
  •  Bir tutam dereotu
  •  Tuz
  •  Karabiber
  •  Pulbiber

Kabak Mücveri Nasıl Yapılır? Yapılışı

  1. İlk olarak mücver malzemelerini hazırlayalım. Kabakları soyarak rendenin iri kısmında rendeleyelim. Yeşil soğan, maydanoz ve dereotu minik minik doğrayalım.
  2.  Kabak Mücver harcını hazırlayalım. Yumurtaları derince bir kaba alalım un ilave edilerek pürüzsüz kıvam alana kadar çırpalım. Baharatları, suyunu iyice sıktığımız kabakları ve doğranmış dereotu, yeşil soğan ve maydanozu eklenerek karıştıralım. Mücver harcımız hazır.
  3.  Mücveri tavada pişirelim. Teflon tavaya az miktarda sıvı yağ alalım, kabak karışımından bir kaşık dökelim. Mücverlerin her iki yüzü de kızardıktan sonra havlu kağıt serilmiş tabağa alalım.
  4.  Kabak mücveri servis edelim Mücverleri ister sıcak, isterseniz soğuk olarak servis edebilirsiniz.
Afiyet olsun.



Kabak mücveri yapmanın püf noktaları

  • Kabaklar rendelendikten sonra suyunun iyice sıkılmasına dikkat edilmelidir.
  • Un ilave edildikten sonra kıvamının pürüzsüz olması gerekmektedir.
  • Mücverleri pişirirken tavanızın yapışmaz tava olmasına dikkat edilmelidir.

Fırında mücver

  • Kabak mücveri tavada kızartabildiğimiz gibi fırında da pişirebiliriz. Mücverin fırında iyi pişirilmesi için çok cıvık olmamasına dikkat edilmelidir.

Kabak mücverin yanında ne gider?

  • Kabak mücverini çay saati için hazırlamışsanız lezzetine lezzet katmak için peynirli börek ile tüketebilirsiniz.
  • Evde kolaylıkla yapabileceğiniz, gün oturmalarının vazgeçilmezi olan kısır ile de kabak mücverinizi zenginleştirebilirsiniz.
  • Soğuk olarak tüketecekseniz isteğe bağlı olarak sarımsaklı veya sarımsaksız yoğurt hazırlayıp mücverinizi ona banarak yiyebilirsiniz.
  • Garnitür olarak tüketilen mücver ızgara köfteylede çok güzel bir uyum oluşturacaktır.
  • Akşam yemeğine yaptığınız çorbalarınızın, yemeklerinizin yanında rahatlıkla tüketebilirsiniz..

Patatesli mücver

  • Mücveri sadece kabak ile oluyor sananlardansanız yanılıyorsunuz. Mücver kabaktan olduğu gibi patatestende oluyor. Sabah kahvaltılarında, kısık ateşte pişireceğiniz patates mücverleriniz en az kabak mücveri kadar sevileceğine inanıyorum. Patates mücverinin yapılışını görmek için linke tıklayabilirsiniz.

Kabak mücver kaç kalori?

  • Orta büyüklükteki 1 adet kabak mücveri 145 kaloriye denk gelmektedir.




Afiyet olsun...

En sevdiğimiz aktivite ne desek sanırım hepimiz “yemek yemeeeek” deriz. Yaşamımızı devam ettirebilmemiz için vücudumuzun ihtiyaç duyduğu yakıtı yemek yiyerek alırız. Eksikliğinde de bir açlık hissi duyarız. İşte bu enerji tüketimi içerisinde en önde gelen maddeler neler diye soracak olursak; karbonhidrat yanıtını alırız.


Aslında bu grubu karbonhidratlar, yağlar ve proteinler olarak üçe ayırabiliriz ama şimdi kısa kısa karbonhidratlara değineceğiz.

Öncelikli olarak tükettiğimiz besinlerde enerji değerini sadece karbonhidrata bağlamak büyük bir yanlış olur. Karbonhidrat diğerlerinden farklı olarak daha çabuk yanar ve vücudumuzda enerji açığa çıkarma amaçlı olarak ilk kullanılan besin türüdür.

Karbonhidratlar muhteşem büyük bir ailedir. Kısaca biz monosakkaritler, disakkaritler ve polisakkaritler olarak ayıralım sadece. Vücudumuzun kullanımına ve tüketimimize göre hepsiyle haşır neşir oluruz.

Glikoz (C6H12O6)... En bilinen karbonhidrat. Monosakkarittir kendisi ve belki de hepimizin en çok duyduğu karbonhidrattır. Kendisine eş değer diyebileceğimiz fruktoz ve galaktozla,  monosakkaritleri oluştururlar. Fruktoz meyve şekeridir. Galaktoz ise süt şekeri 😊 Glikozsa, dediğimiz gibi, belki de en önemlisidir. Fotosentez ile açığa çıkar ve yaşam döngüsünün tam ortasında yer alır. “Basit bir şeker” olarak geçer literatürde. Tabii yapı olarak. Doğada ne kadar basitse yapınız o kadar önemli bir yeriniz vardır.


Fruktoz

Galaktoz

Gel gelelim bu yağız monosakkaritlerden sonra disakkaritler gelir ki, mono, di, tri, tetra, penta, diye gider Latince de sayılar. Yani tek şekerliler ve iki şekerliler. Poli de çok olacak anlayacağınız üzere, çok şekerliler. Bu bütün şeker yapıları yani karbonhidrat ağacı da monosakkaritlerin birbiriyle birleşmeleri ile oluşurlar. Disakkaritlerse; sıkça duyduğumuz maltoz (arpa şekeri), hani malt içecekler, sakkaroz ya da diğer ismiyle sükroz (çay şekeri) ve yine sağda solda çokça duyduğumuz laktozdur (süt şekeri).

Hayvanlar glikozu bir polisakkarit olan glikojen olarak depolar, bitkiler ise nişasta. Yapıları aynıdır. Nişasta bazlı şekerde buradan gelir. Kısaca değinmek gerekirse doğada bulunan glikoz kullanılmaz da depo şekli nişasta kullanılır ve nişastayı glikoza dönüştürmek için bir takım kimyasal yollara başvurulur ve olayın doğallığı ortadan kalkar. Bunun için genellikle mısır bitkisi kullanılır. Nişasta bazlı şeker üretilir. Dünya da hemen hemen hiç bir şekilde genetiği değiştirilmemiş mısır ve mısır tohumu da kalmadığını belirtmek gerekir.

Karbonhidratlar hayatımızın her alanında doğal olarak bulunur. Yulaf, arpa ve buğdaydan yapılan tahıl ürünleri, her çeşit meyve, süt ve sütten üretilmiş hayvansal gıdalar. Doğalının da zararı yoktur ama her şeyin fazlası tabii ki zarardır. Nitekim işlenmiş şekerin, glikoz şurubunun bir bağımlılık yaptığı ve beynimizin esrar, tütün, alkol gibi ürünlerle etkileşime giren kısmıyla etkileşime girdiği ve ayrı bir haz hissettirdiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Hayatımızın her alanında hücresel düzeyde ve tam bir yapı olarak ihtiyaç durduğumuz karbonhidratlar kısa ve yüzeysel bir şekilde böyleler. Her yerde. Şunu unutmayın; güneşli bir havada yemyeşil bir ağaca baktığınızda ayrıca bir karbonhidrat üretim tesisine bakıyorsunuz. İşte bu kadar doğal.

ÖNEMLİ : İşlenmiş karbonhidrattan (nişasta bazlı şeker gibi) uzak durun!



Siz de tadına bakmadan yemeğe tuz atanlardan mısınız? En bilinen haliyle, meşhur sodyum klorür (NaCl), nam-ı diğer sofra tuzu. Peki tuz nedir? Bu soruyu sordunuz mu hiç kendinize?

Tuz, hayatımıza yer edinmiş ve sıkça karşılaştığımız bir kimyasal. Bizler kendisini genellikle yemeklerimizi tatlandırmak için kullanırız, ki tuzun muhteşem genişlikte bir kullanım alanı vardır. Yani tuz camiasının tek olayı insan sağlığındaki yerinin tartışılması değildir. Bizim bildiğimiz, daha doğrusu ilgi alanımız diyelim, yemek tuzu, deniz tuzu ve kaya tuzu olmakla beraber geneli yazının başında bahsettiğimiz sodyum klorürdür. Besin maddesi olmakla beraber tuz çeşitleri dericilikte, hayvan besiciliğinde, su yumuşatma sistemlerinde ve kimya sanayinde kullanılır.

Tuzun insan sağlığına bir çok olumlu ve olumsuz etkisi vardır. İnsan vücudunun iç dengesinin sağlanması adına çok önemlidir, ancak biraz fazla kullanımda bu iç dengeyi alt üst edebilir. Günlük tükettiğimiz besinlerde yeterli miktarda tuz vücuda alınır, fazlası...fantezidir. Özellikle sinirsel iletim hızını etkileyen faktörlerde etkilidir. Aşırı miktarda tuz tüketimi ise özellikle su dengesini bozacağından geri dönülmez etkilere hatta ölümlere sebep olabilir. Eğer deniz suyu içerseniz susuzluktan ölebilirsiniz! Velhasıl yemeğe tuz atmayın, onda yeterince var zaten. Ama o"bir tutam" olmadan olmaz diyorsanız, o da sizin bileceğiniz iş...

Günlük olarak kilomuz başına 1 g tuz tüketirsek ölürüz. Evet hesap bu kadar basit. 70 kiloysanız ve günde 70 g tuz tüketirseniz sonunuz kötü olacaktır. Hatta 2-4 g arasında tüketilmesi uygun olduğu düşünülürse tuz tüketim oranının nasıl hayati bir çizgide olduğu da rahatça ortaya çıkmaktadır.

Tuz... Kelimeleri cümle, cümleleri paragraf, paragrafları sayfa, sayfaları kitap yapacak olsakta yetmeyecek bir doğa mucizesi. Üzerine ders var ders...

Yemek tuzu, çamaşır sodası, kabartma tozu (ki yemek sodası da denir) alçı taşı, kireç taşı ve daha bir çok  çeşidiyle birlikte hayatımızın her alanında bulunan tuz bizleri yemeklerimizle selamlarken, havai fişeklerdeki renk çeşitliliğiyle farklı bir saygı duruşu yapar. Stronsiyum karbonat veya lityum karbonat kırmızı, kalsiyum klorür turuncu ve sarı, baryum klorür yeşil, bakır klorür mavi, sezyum nitrat ve potasyum nitrat çivit mavisi, rubidyum nitrat menekşe rengini hediye ederler bizlere. Sakın evde sodyum klorürü yakmayın. Yani evde denemeyin. Yani bizce!

İşte sofranızdaki "tuzluk" içerisinde duran maddenin farklı türlerinin farklı kullanım alanları:



Tuzun adı                                                  Özellikleri                                             Kullanım alanları
NaCl Sodyum KlorürYemek tuzu        ( Sofra tuzu )-Doğada kayaçlar arasında iyonik yapılı kristaller şeklinde bulunur.-Suda çok iyi çözünür.
-Sıvı hali ve sulu çözeltisi elektrik akımını iletir.
– Suların buharlaştırılmasıyla elde edilir.
– Sulu çözeltisi elektroliz edildiğinde NaOH ve CI2 gazı açığa çıkar.
– PVC, plastik, kağıt hamuru yapımında,- Sabun yapımında,
– Sebzeleri salamura etmek amacıyla kullanılır.
– Yiyecekleri tatlandırmak,
– Et, balık, sebze, ham deriyi tuzlama ile saklamak,
– Dericilik,
– Hayvan besiciliği,
– Su yumuşatma işlemi,
– Kimya sanayisi alanlarında
– Metalürjide Al metalinin üretiminde yüzdürücü madde olarak kullanılır.
Na2COSodyum karbonatÇamaşır sodası( Soda )-Oda sıcaklığında iyonik yapılı katı bir maddedir.-Bazik özellikte olan bir tuzdur.
– Katı yada sıvı yağlarla birlikte ısıtıldığında sabun yada gliserin oluşur.
– Pencere camı (Adi cam) yapımında,- Fotoğrafçılıkta,
– Temizlik malzemelerinde (Çamaşır ve özellikle tüllerin beyazlatılması )
– Havuz sularının temizlenmesinde klor ile birlikte kullanılır.
  • Tekstil sektörü, • Gıda katkısı olarak (asit düzenleyici)
  • Tuğla yapımı, • Diş macunu yapımı, • Boya sektöründe
  • Kâğıt ve sentetik ipek yapımı alanlarında kullanılır.
NaHCO3Sodyum bikarbonatKabartma tozu( Yemek sodası )


-Beyaz kristalleri olan toz şeklinde bulunan bir maddedir.-Bazik bir tuzdur.
-Antiasit özelliği vardır. Suda çözünür ve sulu çözeltisi baziktir. Saflandırılmış sodyum karbonat veya NaOH çözeltisinin içerisinden CO2 geçirilerek üretilir.
-Gıda sanayisinde (Kabartma tozu ve İçeceklerin yapımı )-Küf kokusunu absorbe edebilmek için kitap satıcılarında,
-Yangın söndürücülerinde,
-Reflü ve mide ekşimesi ile ilgili ilaçlarda,
-Diş macunlarında,
-Temizlik malzemelerinde, – Çay ve kahve lekelerinin çıkarılmasında kullanılır. • Süt ve kümes hayvancılığı
Kâğıt üretimi, • Deri sanayi, • Tekstil sanayi, • Su ve atık su arıtma alanlarında kullanılır.
Na2SO4Sodyum sülfat-Beyaz kristalleri olan ve suda çok iyi çözünen katı bir tuzdur.-Nötral bir tuzdur. Doğal kaynaklardan (göl ve deniz suları), tabii minerallerden, yeraltından ve kimyasallardan yan ürün alarak üretilmektedir.
Oda sıcaklığında yükseltgen ve indirgen maddelerle tepkime vermez. Yüksek sıcaklıkta C ile indirgeni, Na2S ve CO2 oluşur.
-Cam sanayisinde,-Deterjan yapımında,
-Kağıt üretiminde,
-Tekstil sanayisinde kullanılır.
– Zehirlidir.
KNO3Potasyum nitratGüherçile-Kayaçlarda ve mağaralarda doğal olarak oluşan, kabuksu kristalleri olan beyaz renkli bir maddedir.-Nötral bir tuzdur.-Patlayıcı madde yapımında ( barut,..) ,-Sucuk, salam gibi et ürünlerinin muhafazasında,
-Diş macunlarında,
-Astım hastalığının tedavisinde,
-Gübre yapımında kullanılır.
CaSO4Kalsiyum sülfatAlçı taşı-Alçı taşı olarak bilinen maddenin kristal sularının uzaklaştırılmış biçimidir.- Hemihidrat bileşiği olan ve ıslatılıp kurutulduğunda sertleşerek çabuk donan, beyaz renkli ince alçı taşı tozudur. Karbonatlı kayalarda ve bazı volkanik alanlarda oluşabilir.-Alçı ve çimento yapımında, Banyo küvetleri ve duş sistemlerinde-Kırılan kemiklerin kaynaması için alçı yapımında,
-Buğday tarlalarında gübre olarak, Tarım alanında
-Heykel yapımında, Gıda sanayinde; Hamur mayalarında ortam düzenleyici olarak kullanılır. (Peynir )
Tıpta, dişçilikte, • İnşaat sektöründe • Kâğıt ve pamuklu tekstil maddelerinde, • Çimento sanayinde, • Bira sanayinde • Döküm, kalıp işlerinde ve seramik endüstrisinde kullanılır.

Kullanım alanları
CaCO3Kalsiyum karbonatKireç taşı-Suda çözünürlüğü az olduğu için doğada genelde incilerde, salyangoz, yumurta, deniz kabuklarında ve kayaçlarda bulunur. Bazik özelliğe sahiptir. Kalsiyum karbonat cam parıltılı, saydam, kolay kırılabilen iri kristalli bir maddedir. Doğada en fazla eski kayaçlarda ve deniz kabuklularında bulunur. Güçlü asitlerle karşılaştığında karbondioksit (CO2) gazı açığa çıkarır. 840°C’ye kadar ısıtıldığında da kalsiyum oksit  (Sönmemiş kireç ) (CaO) ve karbondioksit (CO2)oluşturur.-İnşaatlarda çimento üretiminde,-Mermer olarak,
-Demir çelik fabrikasında demir cevherinden demir üretiminde,
-Tebeşir üretiminde,
-Cam ve seramik üretiminde,
-Baskı ve yazı kâğıtlarının imalatında,
-İlaçlarda, ( dolgu maddesi )
-Gıda endüstrisinde kullanılır. ( E170 kodlu katkı maddesi) -Plastik sektöründe ( PVC, kablo … )
– Yüzme havuzlarında pH düzenleyici,
-Tarım alanında asidik toprakların nötralize edilmesinde
Kullanılır.
– En yoğun bulunduğu kayaçlar; aragonit, kalsit, vaterit, tebeşir, kireç taşı, mermer ve travertendir.

NH4ClAmonyum klorürNişa
(Amonyak tuzu)
-Sudaki çözünürlüğü hayli yüksek olan beyaz kristalli bir tuzdur.-Asidik bir tuzdur.
Hidrojen klorür ve amonyağın
tepkimesi ile oluşan tuzdur. Renksiz, kristalleşmiş, beyaz bir madde olup suda kolayca çözünür ve sulu çözeltisi hafif
asidiktir.
-Tarımda buğday ve pirincin Azot ihtiyacını karşılamak için üretiminde gübre olarak,-Metalurji,
-Balgam söktürücü öksürük şuruplarında,
-Ekmek yapmak için gereken mayalarda,
-Saç şampuanlarında,
-Tekstil ve deri sektöründe pamuğa parlaklık vermede,
-Kumaşları boyamada
Gıda endüstrisinde kullanılır. ( E510 kodlu katkı maddesi)
-Kuru pil ( Zn – C pil ), Kontraplak üretiminde kullanılır.
(NH4)3PO4Amonyum fosfat-NH3 ve derişik H3PO4çözeltisinden kristalin tozları olarak elde edilir.Katı, kararsız beyaz bir maddedir. Suda iyi çözünür ve sulu çözeltisi asidiktir.– Gübrelerde azot kaynağı olarak,- Ekmek mayalarında kullanılır.
– Kâğıt ve tahtaların yanmaz hâle getirilmesinde
– Fermantasyon işleminde maya üretiminde
Al2(SO4)3Alüminyum sülfat

-Suda çözünebilen, beyaz kristalleri olan bir tuzdur. Asidik bir tuzdur.-İçme sularının arıtımında, atık su tesislerinde-Kağıt üretiminde,
-Bahçe topraklarının pH değerlerinin düşürülmesinde,
-İnşaat sanayisinde su geçirilmezlik özelliğinin kazandırılmasında,
-Betonun hızlı donmasının sağlanmasında
  • Gıda (özellikle sıvı ve katı yağ üretimi) sektörü
  • Tekstil sektörü ( kumaşların boyanmasında )
  • Kozmetik sanayi ( Rulon gibi ter önleyici madde üretimi) • Su arıtımı, • İlaç endüstrisi, • Yangın söndürücü
  • Boyamalarda (mordan olarak) alanlarında kullanılır.
KAl(SO4)2.12H2OŞapPotasyum Alüminyum Sülfat
(Potasyum alüminyum
şapı)
-İki katyonu bir anyonu bulunan beyaz bir katıdır. ( Çift tuz ) Şaplar suda çözünür ve sulu çözeltileri genelde asidiktir. Tatlımsı bir tada sahiptirler.birçok şap çeşidi mevcuttur.
Örneğin; demir, krom, mangan,
kobalt, titan, vanadyum, toryum, iridyum vs. şapları gibi. Şap elde edebilmek için Me2+, SO4 ve (Me3+)2(SO4)3 tuzlarının, aynı derişimdeki çözeltileri karıştırılır. Bu çözelti buharlaştırıldıktan sonra şap, kristal hâlinde meydana gelir.
-Kozmetikte; Ter önleyici maddelerin üretiminde,-Beyaz ekmek imalatında,
-Kumaş, ahşap ve kağıt malzemelerin yanma özelliklerinin azaltılmasında,
-Eczacılıkta; Aşıların etkinliğinin arttırılmasında,
-Petrol yangınlarında kullanılan yangın söndürücülerde,
-İçme sularının arıtılmasında kullanılır.
  • Tıpta (kan durdurucu ve damar büzücü olarak) • Tekstil sektöründe • Şeker sanayinde • Kâğıt sanayinde • Boya endüstrisinde (mordan olarak) • Kibrit yapımında,
  • Dericilikte ( nemlenmesini önlemek için),
  • Kabartma tozu yapımında,
  • Yangın söndürücülerde,
  • Sulardaki yabancı maddeleri pıhtılaştırmada alanlarında kullanılır.



Tablo Kaynak : https://kimyaozel.com/10-sinif-tuzlar-ile-ilgili-video-ve-konu-ozeti-gun-icinde-sitede-yayinlanacaktir.html