Renklerin diliyle hayatın dilini birleştiren, kimi zaman siyahla beyazı konuşturan, kimi zaman gride buluşturan, İstanbul, Anadolu ve Dünya'yı kadrajına sığdırmış, ülkemizin en büyük değer ve aydınlarından, gazetecilik ve foto muhabirliği yapmış, fotoğraf sanatında çığır açmış bir düşünür ve kimilerinin düzinelerce cümleyle anlatamadıklarını kendi kadrajından tek kare ile anlatabilen bir sanatçı. Hani derler ya "böylesi yüz yılda bir ancak gelir" diye, işte öyle bir şahsiyet; Ara Güler.


Sizlere bu yazıda İstiklal Caddesi'nin güzide mekanlarında biri olan, Galatasaray Lisesi'nin yanında PTT'nin köşesinde bulunduğu Ara Güler Sokak'ta yine usta sanatçının ismini taşıyan Ara Kafe'den bahsedeceğiz. Bu vesileyle 2018 yılının Ekim ayında aramızdan ayrılan Ara Güler'i de anmak istedik. Kendisi sık sık burada bulunurmuş. Emin olmamakla beraber mekan kendisi ve ailesine aitmiş. Net bilgisi olanlar bizi de aydınlatırsa seviniriz. Çeşitli tarih ve kültür kitapları için yaptığı çalışmalar, foto muhabirliği ve gazetecilik döneminde yaptığı işler ve röportajlarla ülkemize muhteşem bir değer katan bir sanatçı, bir aydın.



Gel gelelim Ara Kafe ya da Kafe Ara'da ismini taşıdığı Ara Güler'in kalitesine yakışır bir mekan. Sokak boyunca uzanan bir oturma alanına sahip dışarıda. Ama biz içerinin büyülü havasını tavsiye ederiz. Gayet şık ve salaş, ahşap masa ve sandalyeler ile güzel bir ambiyans yakalanmış; tarih kokan bir yer. Aynı zamanda modern. Çağ dışı kalmamış, kendini yenileyebilmiş ama eski çizgisini de bozmamış. Tam bir Beyoğlu kahvesi!

İç mekan son derece şık ve göz yormayan bir şekilde ışıklandırılmış. Nostaljik telefonlar ve aydınlatmalar gibi birçok aksesuar etrafı süslüyor. Aynı zamanda tabii ki Ara Güler fotoğrafları duvarlarda arz-ı endam ediyor.



Menü oldukça geniş. Klasik kafe menüsü diyebiliriz. Biz orta Türk Kahvesi, filtre kahve ve tatlı olarak tiramisu tercih ettik. Türk kahvesi ve filtre kahve başarılı. İçimi güzel ve lezzetli. Tiramisu ise tam bir yıldız. Mekanın diğer ürünlerini henüz denemedik ama tiramisu tek kelimeyle muhteşemdi. En yakın zamanda ve üst üste takip eden zamanlarda menüdeki diğer arkadaşları da deneyeceğiz! Biz bu güzel üçlüye 37,5 TL ödedik. Hemen şunu da belirtelim, yemek kartlarının geçmesi de güzel bir yan.



Çalışan arkadaşlar gayet güler yüzlü ancak mekanın kalabalıklığından mıdır bilinmez ama sipariş için biraz, eli geçtik, kol sallamak durumunda kaldık. Seslenmek pek mümkün değil. İçeride bir kakafoni yok emin olabilirsiniz, düsturlu şekilde bir muhabbet mevcut. Ondan dolayı seslenmek yerine göz teması kovalıyor olmadı mı el sallıyor son çare kol sallamaya geçiyorsunuz. Siparişi verdikten sonra ise yukarıda saydığımız lezzetler son derece hızlı ve güzel bir şekilde servis edildi. Sağ olun, var olun :)



Beyoğlu, İstiklal Caddesi'nde harika bir mekan Ara Kafe. Son derece memnun kalacağınıza kalıbımızı basarız! İşte o kadar... Fazla söze gerek bırakmadan, Ara Güler ustayı tekrar saygıyla anıyoruz. Ara Güler ruhunu hissetmek için mekana uğramanız yeterli. Sevgiler.

En son yazılar size de gelsin istiyorsanız malinizi bırakın . İşte bu kadar basit.

https://www.araguler.com.tr


Evet bizler birer gurme değiliz ya da mekan eksperti mi denir, ustası mı denir, ne denir bilmiyoruz ama işte ondan değiliz, ama gidip gördüğümüz mekanları, izlenimlerimizi sizinle paylaşmak istiyoruz. Bizim beğenmediğimiz bir mekan sizin hoşunuza gidebilir ya da tam tersi. Üstelik Food in Mobili olarak öyle mekan yerdiğimiz de görülmemiştir. Ancak girizgahtan da anlaşılacağı gibi biz Karaköy Bee'yi...beğenmedik, ııh ıııhh olmamış. Yok yani kimse kusura bakmasın.

Birçok denememiz oldu Karaköy'le alakalı daha önceleri. Ama bir türlü ısınamadık ne yalan söyleyelim. Denemelerimiz devam edecek bu şekilde ama Bee'deki deneyimimiz tam anlamıyla içler acısıydı!

Yapmacık bir ortam, gürültü kirliliği, tıkış tıkış masalar, herkes üst üste, yani öyle ki ister istemez yan masadakiyle mekana gelmiş gibi hissediyor, muhabbetlere ortak oluyorsun.

Önce bir mekana gidelim bakalım. Karaköy'e inin, o mekanların arasından, simsarların arasından, bir anda kendiniz otogarda hissedebilirsiniz; ışığın, gürültünün, kalabalığın içinden geçerek ilerleyin. İlk girdiğiniz sokağın bir alt sokağında Bee. Biz de bu karmaşanın arasında nereye otursak bir şeyler içsek derken kendimizi Bee'ye attık.



Mekanın ön tarafı tamamen açık, kapalı iç kısmına girince de sigaradan kurtulamıyorsunuz. Alkol de içilebilir diye tercih ettik kendisini ama menüye bakınca vazgeçtik. Kadeh olarak 30 ila 50 TL arası şarap, 33 cl. bira 22 TL ile seçenekler 30 TL'ye doğru ilerliyor. Kahve fiyatları da ortalama 10 -20 TL arası değişiyor. Şimdi diyeceksiniz ki olur böyle fiyat ne var? Ama toplama kampı gibi tıkış tıkış olup, süper multi surround sesli gürültülü ortamda ve son derece antipatik çalışanlarıyla beraber bu fiyatları kabul edip birkaç kadeh bir şey içmek bize göre değil. Çalışanlar demişken. Muhtemelen üç kuruş paraya ayaklarına kara sular inene kadar çalışıyorlar orada ve onun gibi mekanlarda. Yüzlerinden belli.

Karaköy bir sabun köpüğü ve onu renklendirmek için her şeyi yapıyorlar. Mal sahipleri de bunu kullanıp dükkanlarını gayet güzel fiyatlara kiralıyorlar. Öyle olmasa bile ortamın yapaylığını ve "para ezmeye gelen" genç popülasyonunun farkında olan işletmeler fiyatları şişiriyor da şişiriyor, kaliteyi gömüyor da gömüyor. Genel gözlemimiz ve Bee deneyimimiz bize ne yazık ki bunları yazdırıyor. Güzel olacağını düşündüğümüz mekanlar muhakkak vardır diye iyimser kimliğimizi cebimizde tutmaya devam ediyoruz.

Neyse biz mekana geldik. Mocha ve espresso tercih ettik. Net olarak menüde 12 ve 14 TL fiyatları olan bu içecekler için 28.5 TL hesap ödedik ve çıktık. İşte bu kadar deneyimimiz. Ayrıca mekanda suyla ve ayakla kedi kovalandığını da ekleyelim. Yaa bir de kahvenin altında getirdikleri peçete de "Paprika Karaköy" yazmasaydı bari. Nereden bulmuşlar acaba? Kapanan bir mekan mı? Bilemedik. Nereden tutsan elinde kalıyor.

İçler acısı bir Karaköy deneyimi yaşamış olduk. Bakalım ne zaman, nasıl düzelecek buradaki mekanların tutumu? Muhtemelen tercih edildikçe kalitesizliğin timsali olarak bayrak taşımaya devam edecekler. Food in Mobili'nin araştırmaları kaliteli bir yer bulana kadar devam edecek! Bee kötü bir örnekti evet ama iyisi de vardır muhakkak. Varsa sizin önereceğiniz yerler bizimle paylaşın...

Evet, iyi, kötü demeden mekan deneyimlerini sizinle paylaşmaya devam edeceğiz. Takipte kalın...

Manda yuva yapmış söğüt dalına, ammaan, amman...
Yavrusunu sinek kapmış, gördün mü? Amanın yandım...
Amanın amanın amanın yandım, tiridine tiridine tiridine bandım.
Bedava mı sandın, para verip aldım, tiridine tiridine tiridine bandım.

Kastamonu/Tosya yöresine ait bir türkü. Mandaların söğüt dallarına yuva yaptığı, yavrularını sineklerin kaptığı bir türkü. Hemen şöyle kısaca belirtelim ki yörede çeltik tarlalarından dolayı suyun altında kalan toprakta söğüt ağacının bazı dalları da suyun altına doğru gelmekte ve mandalarda yazın sıcağında bu alanları serinlemek ve gölgede kalabilmek için kullanmaktaydı. Yani manda söğüt dalına yuva yapmış olurdu. Yine yörede "kapmak" fiilinin "ısırmak" fiilinin yerine kullanıldığı düşünüldüğünde yavrularının sinek tarafından kapılması da gayet anlam kazanmaktadır...:D Ama bizim işimiz tiritle!

Tirit yine aynı yöreye özgü bir yemek. Aslında bir yemek yapma tekniği. Kökeni Farsça olan tirit kelimesi; süte veya et suyuna bastırılmış ekmek olarak geçmektedir.

Şöyle diyebiliriz, eti iyice haşladınız, parça parça ettiniz. Sonra pideyi küçük parçalara ayırıp tabağa dizdiniz. Üzerine et suyunu gezdirdiniz. İyice et suyunu çekecek o. Belirtelim, tavuk veya kırmızı et olur bu hazırlıklar için. Üzerine sarımsaklı yoğurt, sonra didiklediğimiz et, sonra yine sarımsaklı yoğurt ve son olarak kırmızı pul biberden yapılan tereyağlı sos...Tirit hazır.

Eski dönemlerde bolca sağda solda gezen hayvanların o sert etlerini yumuşatmak için ve kemiğinin lezzetinden, faydalarından yararlanmak için etler iyice suda haşlanırmış. Eee tabi yapılma yöntemi ve sıklığı açısından ekmeklerde oldukça sert ve uzun ömürlü olurlarmış. Şimdikiler gibi değil. Atmak da olmaz tabii, her şeyden maksimum yararlanmak lazım. Anadolu insanı eskiden ürünlerinin kıymetini, doğanın, çevrenin kıymetini daha çok bilirmiş. Hem ekmeği yumuşatmak hem de etin ve kemiğin suyundan yararlanmak için ekmeğin üzerine et suyunu döküvermişler. Tatlandırmak için baharatları kullanmışlar, eti de üzerine ekleyip afiyetle yemiş ve israftan kaçınmışlar. İşte tirit böyle doğmuş.

İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Sanatçı Öğretim Görevlisi İrfan Kurt'un makalesine göre Kastamonu'da yörenin beyinin zulmüne karşı yöre halkı birleşmişler. Bir eğlence düzenleyen yöre beyi sazını konuşturan halk ozanının önüne sadece kuru ekmekten oluşan bir tirit koydurmuş. O da kendince durumla dalga geçmek için bu halk türküsünü dile getirmiş ve halkta ondan sonra sıkça söyler olmuş. Kurt'a göre her bir dizesi ile anlamsız gözükse de emeğe işaret eden ve baştakiyle dalga geçebilen, eleştirebilen bir Anadolu Türküsü.

Anadolu'nun kendi sözünü söyleyebilen, üreten insanlarının olduğu dönemlerden bir lezzet tirit. Hayal gücü ve eldeki imkanların kullanılabilmesinin bir sonucu. Üreten insanların şaheseri. Afiyet olsun.

Tiridine bandım, bedava mı sandın para verip aldım...

Not: Olayın Kubat'ın türküye yaptığı şu kliple hiçbir ilgisi yoktur! :D

En yeni yazıların mailinize gelmesini istiyorsanız siz de mailinizi bırakın...



Yunan komşularımızla ufak çaplı bir krize sebep olan, damaktaki lezzetini mutluluk olarak yüzümüze yansıtan muhteşem bir hamur tatlısı, baklava. Hepinizin gözünün önüne hazırlanmış bir tepsi baklavanın üzerine şerbetin döküldüğü an gelmiştir. Kıpır kıpır eden, muntazam bir eşkenar olarak dilimlenmiş bir tepsi baklava!

Baklava değişik coğrafyaları kasıp kavuran bir lezzet. Öyle ki yapılışıyla farklı bölgelerde farklı türleri var bu tatlının. Baklava deyince bizim aklımıza ilk olarak Gaziantep ve şu görüntü gelir şüphesiz.


Ama dedik ya değişik yörelerde değişik türleri var diye. Hatta Yunanistan'da yazının başında belirttiğimiz gibi kendi kültürel tatlısı olarak görse de baklavayı Avrupa Birliği komisyonu tarafından 8 Ağustos 2013 tarihinde baklavanın bir Türk tatlısı olduğu tescil edilmiştir. Hehe, naber? :)

Baklava geniş kültür yelpazesi ile Türk, Orta Doğu, Balkan ve Güney Asya mutfaklarında önemli ağırlığı olan bir tatlıdır. Kısaca bahsetmek gerekirse ince, ipince, hani o karınca duasını okuyabileceğiniz cinsten ince, arkasından bayrak gösterip şov yapabileceğiniz kadar ince, bak abartmıyoruz tülden ince yok gibi ama var inceliğinde açılan yufkaların arasına yöreye göre ceviz, antep fıstığı, badem ve fındık konarak yapılır. Biz daha çok cevizli ve antep fıstıklısını denedik. Hatta kimi Gazianteplilere göre baklava antep fıstıklı olur başka türlü olmaz. Diğerlerinin isimleri farklıdır! Bütün türlerde genel olarak şeker şerbeti kullanılır, hani o bolca şeker, su ve azıcık limonla yapılan şerbet. Kimileri doğal olsun diye bal kullanırlar. Kimi özel işletmelerde, devlet sırrı, kendi özel formül şerbetlerini kullanırlar.

Baklava köken olarak Türkçe bir kelime. Kesin olmamakla beraber teee 1400'ler 1500'ler de bazı yazılı kaynaklarda baklağu, baklağı olarak geçer. Ramazan ayında Osmanlı'da bolca tüketilen tatlılardan. Sonra da boza tüketirmiş Osmanlı, o da bu yazıda... 

Tarihi manada baklavanın olayı Orta Asya'dan Anadolu topraklarına geldiği ve Topkapı Sarayı'nda bugünkü sunum ve şeklini aldığıdır. Kabaca düşündüğümüzde hamur arasına, hamur acıkmayı önlemesi için, bolca enerji verici, doyurucu, uzun ömürlü kuru yemiş ve bolca şekerli su! İşte çok doyurucu, uzun ömürlü ve bol enerji verici bir tatlı. Şöyle bir tarihimizi düşündüğümüzde, at üstünde yaşayan ve günlük hayatta çok enerji sarfeden, ayrıca çok fazla kıtlık görmüş, göçebelikten yerleşik hayata geçen bir toplum için muazzam bir yiyecek!



Ülkemizde baklava evlerde ve ticari olarak bolca yapılır, tüketilir. Ege'den Karadeniz'e, Güneydoğu Anadolu'dan Trakya'ya her yana yayılmıştır. En çok tercih edileni antep fıstıklı baklava olsa da ekonomik nedenlerden dolayı cevizlisi de tercih edilir. Bu işin ehli olarak kabul edilen bir işletmeye göre baklava ortalama 40 kat yufka ile hazırlanır. İçeriğinde Gaziantep'te yetişen ve boz fıstık diye bilinen yeşil fıstık kullanılır. Yufkayı açmak ve hazırlamak, tepsiye özenle dizmek muhteşem bir ustalık gerektirir, adeta bir sanattır. Baklava ustalığı da eskiden günümüze usta-çırak ilişkisiyle gelişir. Bu yönden de gelenekselliğini ve lezzetini korur. Neyse, en son 40 kat yufka ve boz fıstık demiştik. Sonrasında 160 derece fırında 45 dakika pişirilir.  110 derecede kaynatılan şerbet o derya kuzularının üzerinde gezdirilir. Fokur fokur...Ve baklava hazır. Tabii bu işi bize göre ustaya bırakmak lazım. Ev baklavası da başka tabii...:)

Baklava lezzetiyle buluştuk ve Food in Mobili tarzıyla kendisinden bahsetmiş olduk. Yazının sonunda size bir baklava yeme tüyosu. Baklavayı tersten ağzınıza sokun ki üstte kalan çıtır kısım damağınıza yapışmasın, ayrıca dipteki şerbet lezzeti damakta yayılsın. Ça-tır, çu-tur... Afiyet olsun...

Mailinize de gelelim. Blogdaki mail kutusuna e-mailinizi bırakmayı unutmayın!...