Çikolataya bulanmak istediğiniz anları hatırlıyor musunuz? 
Öyle anlar için muhteşem bir browni tarifimiz var. Hem de beyaz çikolatalı hem de 45 dakikada hazır!
Hayır!! Şaka yapmıyoruz. :)

Giriş kısmında ilginizi çekebildiysek eğer şimdi asıl konumuza geçebiliriz.
Pişme süresiyle beraber 45 dakikanızı alacak browni tarifimiz inanılmaz kolay.

Malzemeler; 

- 125 gram margarin (tereyağ da olabilir)
- 1 paket vanilya
- 1 su bardağı toz şeker
- Yarım su bardağı un
- 240 gram bitter çikolata (biz %60 kakaolu olanları tercih ediyoruz ama bitter ile aranız iyiyse %80 de olabilir)
- 80 gram beyaz çikolata (isteğe bağlı olarak daha fazla da olabilir)
- 4 yumurta
- 2 yemek kaşığı kakao (olsa da olur olmasa da)

Bu lezzetin keyfine en güzel sade Türk Kahvesi ile varabilirsiniz bizce :)

İlk yapacağımız iş, margarini eritmek. Biz tereyağ ile hiç denemedik ama tabii ki denenebilir ve daha güzel sonuçlar elde edilebilir. Yağı kısık ateşte ve yakmadan eritmek işin sırrı diyebiliriz. Tamamen eridikten sonra ocağın altını kapatıp, bitterleri parçalamaya başlıyoruz. Bu arada biraz soğumaya başlayan yağ ile buluşturuyoruz ve kıvamlı bir çikolata elde ediyoruz. Bu işlem sırasında iki kişi olmanız işinizi kolaylaştıracağı gibi tek başınıza da mükemmel bir sonuç elde edebilirsiniz. Kıvamlı çikolata hazırsa 4 yumurta ile şekeri buluşturabiliriz. Bir güzel el çırpıcısı ya da çatal yardımıyla çırpıyoruz. Kaynaştıklarından emin olduktan sonra hazırladığımız çikolatayı yumurtalı şekerin içine döküyoruz ve karıştırmaya devam ediyoruz. Karıştırırken unu ve vanilyayı eklemeye başlıyoruz. Bu noktada kakao isteğe bağlı olarak eklenebilir. Eğer daha katı bir browni elde etmek isterseniz, ekleyebilirsiniz ama hafif yumuşak olsun derseniz hiç gerek yok. En son parçalara ayırdığımız beyaz çikolatayı koyup karıştırmaya devam ediyoruz. İsterseniz bir kat browni araya beyaz çikolatada serpiştirebilirsiniz. Borcama ya da pişirmek istediğimiz kaba alıp, içine yağlı kağıt koyarak 160 derecelik fırında 25 dakika pişiyoruz.

Mutfak ve hatta tüm ev buram buram çikolata koktuğu an bilin ki pişti :)

Ansızın gelen misafirlere karşı mükemmel bir önlem olmasının yanı sıra bir gece dolapta beklemiş halini de denemelisiniz mutlaka. Üzerine bir top vanilyalı dondurmayla her mevsimin vazgeçilmez lezzeti olacak bize göre :)

Afiyet olsun... 

Daha fazla tarif için e-posta adresinizi sağ taraftaki kutucuğa bırakmayı unutmayın!

Lahmacun, Güneydoğu bölgemize özgü Kahramanmaraş'tan Akdeniz'e de göz kırpan muhteşem lezzet. Şöyle alırsın önüne, içine domates, soğan, yeşillik ekler ve limon sıkarsın, sonra da dürüm haline getirir afiyetle, dolu dolu ısırır yersin. Yanına da bir ayran, ağız dolusu ısırdıktan sonra bir yudum alırsın. Karışımdan doğan muhteşem aroma damakta yayılır.  İşte haz, işte lezzet, işte hendek, işte deve...

Lahmacunun tarihi çok eskilere M.Ö. 5000'lere kadar dayanır, ilk olarak Babiller'e özgü bir yemek olarak karşımıza çıkar. Mezopotamya'da sıklıkla tüketilir. Çünkü taşıması kolay, saklanması kolay ve uzun ömürlü, doyurucu ve lezzetli bir yemektir. Kendisine bu dönemlerde ne denirdi bilinmez ama M.S. 17 yy. da Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde "lahm-ı acinli börek" olarak geçer ve bilinen en eski yazılı kaynaktır. Tabii halk içinde daha eskilere dayanan bir söylemi de olduğu kesin.

Evliya Çelebi'nin bu tabiri Arapça'dır. Arapça'da lahm; et anlamına, acin de yoğrulmuş anlamına gelmektedir. Yani kendisi yoğrulmuş etli börektir; lahmacun...


Yurt dışında ve ülkemize gelen birçok turist kendisine Turkish Pizza, yani Türk Pizzası demektedirler. Lahmacunun bu isimlerle de ülkenin dört bir yanında, mesela Bodrum'da tanesi 55 ila 80 TL arasındaki fiyatıyla sofraları ve damakları şenlendirmektedir.

Yöresine göre yapım aşamasında bazı ufak farklılıklar göze çarpmaktadır. Gaziantep'de soğansız ama sarımsaklı, Şanlıurfa ve Mardin'de ise soğanlı yapılır. Et harcı hemen hemen aynıdır bu iki isim dışında. Kahramanmaraş'ta ise hem soğanlı hem sarımsaklı olarak yapılır. Genel olarak taş fırında pişirilen lahmacun, Kahramanmaraş'ta birçok bölgede sacda pişirilir. Yine kimi yerlerde şekil bakımından tamamen yuvarlak olurken kimi yerlerde elips şeklinde yapılır. Heee bir de sevimli mi sevimli fındık lahmacun vardır ki normalinin minyatürü gibidir. Ayrıca Gaziantep'te "sıçırtma" isterseniz şayet lahmacunun içinde közlenmiş patlıcanla karşılaşırsınız.


Tabii lahmacunun asıl olayı ise zırhtan çekilmiş etle, isot, domates, maydanoz, salça, sarımsak ya da soğan, karabiber ve tuzla hazırlanan iç harcı ile ince ve çıtır olması açısından mayasız olan hamurun incecik açılmasıdır. Kimileri garnitür olarak içine domates konulmasını istemez, tadını bozduğunu düşünürler ama siz nasıl isterseniz yiyin bu lezzeti.

Lahmacunu evde yapabilirsiniz tabii ama bu işin ustalığı da ayrı. Hatta birçok yerde "yalancı lahmacun", "15 dk da lahmacun" gibi tariflere de rastlayabilirsiniz. Unutmayın, taklitler aslını yaşatır. Ama evde de güzel yapılabilir tabii, denemek isteyene aşağıdaki link yardımcı olabilir. Afiyet olsun...

https://www.nefisyemektarifleri.com/lahmacun-tarifi-ev-yapimi/

Zorlu bir sınav haftasını ya da curcunalı bir iş haftasını geride bırakıyorsunuz. Mailler yok, ders notları yok, kafayı rahatlatmak istiyorsunuz. Ama şehirden de uzaklaşamıyorsunuz. İsteğiniz sadece sağlıklı, çeşitli, renkli ve doğal, güzel bir hafta sonu kahvaltısı mı? Heh işte tam da oradan bahsedeceğiz size. Antakya yöresinden lezzetleri sizinle buluşturan bir kahvaltı mekanı; Doğacıyız Gourmet...


Evet burası bir kahvaltı mekanı. İstanbul'un göbeğinde, Cihangir'de. Taksim Meydan'ında eski Maksim Gazinosu'nun önünden ya da şu ıslak hamburger büfelerinin önünden aşağı doğru 200-250 metre indikten sonra solda Orhan Kemal Müzesi tabelasının olduğu sokağa girin, ilk sağdan dönün ve dümdüz yürüyün. Bir iki karşıya geçin ama dümdüz devam edin. Yol hafif sağa kıvrılırken, önünde masa sandalyesi olan, siyah tenteli, sıcak, güzel mekana ulaşmış olacaksınız.

"Adımız Doğacıyız, çünkü biz doğacıyız" sloganı karşılıyor internet sitelerinde sizleri. Orada menüsü ve organik ürünleri dahil her şeye ulaşabilirsiniz.



Yağmurlu bir sabah kahvaltıya geldik Doğacıyız Gourmet'ye. Son derece salaş ve sıcak bir yapısı var mekanın. Bizleri güler yüzlü çalışanlar, güzel bir müzik ve kahvaltı yapılmaya hazır masalar karşıladı. Masalarda tabak, çatal-bıçak ve çay bardağı hazır sizi bekliyor. Ayrıca seyyar bir ekmek kızartma makinesi bile var.



Mekan kahvaltıcı olunca kahvaltı menüsü de oldukça kalabalık. Antakya Gourmet Kahvaltı, iki kişi için serpme servis ediliyor. Çay termosta geliyor ve oldukça yeterli. Kahvaltı içeriğinde ise neler yok ki. Hepsini saymayacağız ama ev yapımı reçeller, misss kokulu zeytinyağı, domates, salatalık, sucuk, peynir çeşitleri, mercimek köftesi, tereyağı ve daha neler neler. Bu muhteşem kahvaltıya iki kişi için 80 TL ödedik. Mutlu mesut mekandan ayrıldık. Yemek kartlarının geçmediğini belirtmek isteriz.



Mekanda ayrıca üzerine basılması gereken bir konuda kendi yaptıkları doğal reçelleri ve tam da kestiremesek de muhtemelen tereyağı ve diğer yöresel ürünleri kavanozlayıp satmaları. Çok doğal ve çok leziz.

Güzel bir kahvaltı keyfi yapmak ve güne lezzetli başlamak için muhteşem bir seçenek Doğacıyız Gourmet. Bahar ayları ve yazın özellikle hafta sonları rezervasyon yaptırın deriz. Yoksa yer kalmaz hevesiniz o anlık kursağınızda kalabilir.



Food in Mobili gezmeye ve paylaşmaya devam ediyor. Sosyal medya hesaplarımızı takip edin ve mailinizi bırakın ki...Bırakın işte canım:) Lezzetli günler...

Web : http://dogaciyiz.biz/ 

Karman çorman başlayalım; tavuk, hindi, balık, peynir, dana eti, barbunya, yumurta, yoğurt, süt, kefir, fındık, fıstık, badem, kabak çekirdeği, kuş konmaz, muz, kepek ekmeği, brokoli, havuç, makarna, bezelye, yulaf, patates, karides, esmer pirinç, ıspanak, kuru incir, avokado, karpuz, nektari, kavun, o, bu, şu... Gördüğünüz gibi hemen her gıdanın içinde, baş köşede bulunan, canlının temel bileşenlerinden, en temeli; protein...

Daha önce göz ucuyla karbonhidratlara ve yağlara dokunmuştuk. Şimdi sıra geldi proteinlere. Hemen her organik bileşik vücudumuz için hayati önem taşır ama protein vücudumuzun kıymetlisi ve en önemlisidir. Protein canlıların yaşam kaynağıdır ve hücresel düzeyde tüm yapıların genetik kodlamasında (DNA -RNA) ve aktarımında, fiziki yapılarının düzenlenmesinde ve hücresel yapıların şekillenmesi, korunmasında, daha doğrusu aynada gördüğünüz o bünyenin ayakta kalmasında başrolü oynar. İşte protein bu kadar önemli, bu kadar hayatımızın içindedir. Bazılarımızın tahmin ettiği gibi toz protein yüklü sütle tüketilen "şeylerden" ibaret değildir.

"Bak Şu Konuşana" filmini bilmeyeniniz var mı? John Travolta ve Kristie Alley'in başrollerinde oynadığı ve bize yeni doğan bir bebeğin gözünden hayatı göstermeye çalışan, 1989 yapımı bir Hollywood filmi. Hayatımızda espri mahiyetinde bir söz vardır; " sen daha portakalda vitamindin! " diye. İşte o sözün aslı " sen daha portakalda proteindin! " olması lazım. İşte filmimiz de daha biz protein iken başlıyor...


Görüldüğü gibi proteinler hayatın temel yapıtaşlarıdır ve canlılar için yaşamsaldır. Dünyadaki her organizmada bulunurlar. Hücrelerde bulunan en yaygın moleküllerdir ve yağlar, karbonhidratlar gibi diğer bütün moleküllerden çok olarak bir hücrenin kuru maddesini oluştururlar. Vücudumuza en çok  enerji veren ikinci maddedir ama yaşamsal önemi olduğundan dolayı yağlardan sonra enerji üretimi için kullanılırlar. Uzun süren açlık dönemlerinde piyasaya sürülür. Vücudumuz açlığın ilk döneminde hatta yemekten hemen sonra karbonhidrat stoklarını kullanır, enerji tüketimi ve açlık durumunun uzamasına bağlı olarak sıra yağlara gelir ve onlarda bittikten sonra vücut son çare olarak proteinleri enerji üretimi için kullanmaya başlar. Yani artık kendi kendini tüketmeye başlamıştır ki bu durum vücut ve hayatın sona ermesiyle sonuçlanır.

Proteinler; 20 amino asitten oluşur. Bunların 11'i vücutta sentezlenirken 9'u sentelenemez ve dışarıdan gıdalarla vücuda alınması gerekir.

Yazının başında belirttiğimiz gibi bu 9 amino asit tam olarak et, balık, yumurta ve süt ürünleri gibi hayvansal gıdalarda bulunurken, sebze, fasulye, fındık ve baklagil gibi bitkisel gıdalarda da bulunurlar. Ama hayvansal gıdalarda miktar olarak daha yoğundurlar. 


Proteinlerin vücudumuzda muhteşem görevleri vardır ki yazının hemen her noktasında belirttiğimiz üzere en önemli görevi yaşamsal faaliyettir. Onun dışında vücudumuzda çeşitli yollarla hareket, yapı ve destek, hücresel iletişim, sindirim ve oksijenin taşınması görevlerinde hayati rol oynarlar. Olmazsa olmaz işte protein 😃 Örneğin; hemoglobin oksijenin kanda taşınmasını sağlayan proteindir, bir diğer örnekte keratindir. Evet o şampuanlar geldi gözünüzün önüne değil mi? Keratin yapılı olanlar ya da cildi koruyucu kremler. Keratin de cildi koruyan, derimizin şu anki halinin sebebi olan ve tırnak, saç  hatta boynuz gibi yapıların temel proteinidir. Ayrıca proteinler yaşam aktivasyonumuzu sağlayan ve vücutta çeşitli kimyasal durumların gerçekleşmesini sağlayan enzimlerinde direk yapısına katılırlar.

Proteinsiz olmaz, olamaz! Yaşamın temel yapı taşı, yaşam kaynağımız, güneşimiz, adeta nefesimiz, olmazsa olmazımız. Açın buzdolabını, yumurta karşımızda. İşte hayat!

Food in Mobili'yi Instagram ve Twitter hesaplarından takip etmeyi unutmayın. Ayrıca mailinizi bırakın ve yazıları mailinize atalım. Bu ne lüks böyle :)

Kaynaklar:

http://www.yenibiyoloji.com/proteinler-4160/

http://www.ucla.edu/search?qa=proteins

http://www.wikizeroo.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvUHJvdGVpbg



Her mevsim İstanbul'un karmaşasından kaçıp kafa dinleyebileceğiniz hemen yanı başınızda bir doğal cennet Sapanca. Food in Mobili olarak bizde haftasonu Sapanca'ya kaçtık ve gerek lezzetli ürünleri, gerek çalan müzikleri, gerekse güler yüzlü personeli ile bizleri oldukça şaşırtan bir mekanla tanıştık. Her Sapanca seferimizde oraya uğrayacağız; Gülizar Bahçe.

İstanbul Pendik'ten trenle geldik Sapanca'ya. 10:20'de kalkan tren yaklaşık bir buçuk saat sonra Sapanca'ya vardı. Tam bir turist modunda nereye gideceğimizi bilmeden başladık gezmeye. Amacımız isteklerimizi karşılayacak, huzurlu bir mekan bulmaktı. Sapanca merkezde biraz gezdikten ve oldukça ıslandıktan sonra göl kenarına geldik ve mekan arayışına başladık. Klasik şömine ateşinin ısıttığı, çayı güzel, salebi lezzetli, fiyat olarak da uygun bir yer bulmak istiyorduk. Karnımızda acıkmıştı yaklaşık 2 saat yağmurun altında yürüdükten sonra.



Göl kenarına ilk geldiğimizde umutsuzluğa kapıldık. Neden mi? Her şey Arapça ve her yer nargile kafeye dönmüş durumda ne yazık ki. Kapalı alanlarda nargile içildiğini de belirtelim. Amaç bir çok mekanda Arap turisti çekmek olmuş ve dediğimiz gibi Arap turist de oldukça fazla. Bizi ziyadesiyle rahatsız etti bu tutum, çünkü ortamda yerli turiste yönelik hiçbir şey yok neredeyse.

Nargile kafelerden oluşan sahil şeridinde yürürken bir yanda da mekanların içlerini gözümüzle taramaya devam ettik ve en sonunda yaptığımız tercihle bizleri son derece mutlu eden Gülizar Bahçe'ye geldik.



Gülizar Bahçe U şeklinde bir yapı. Ortası bahçe, ki muhtemelen yaz ve bahar aylarında burası da hizmet veriyor, geri kalan kapalı alan. Bahçeye girdik ve bir çalışan geldi içeriden bizi karşıladı. İçeride nargile içilip içilmediğini sorduk, çalışanın cevabı "maalesef" oldu. Artık onlarda ne kadar alışmışlar bu duruma, ama biz bu "maalesefe" çok mutlu olduk. İçeride enstrümantal çok güzel bir müzik, güzel bir oturma alanı ve bir şömine bizi karşıladı. Göl manzarası da cabası. Evet, genel göl esnafının tutumuna göre bizi oldukça şaşırtan ve mutlu eden bir mekan oldu.


Biz iki kişi, 2 salep, 3 çay, 1 cheeseburger ve 1 karışık pizza yedik. Salepler yoğun ve lezzetli, çay muheşemdi. Cheeseburger sunumu itibari ve lezzetiyle çok başarılıydı. Karışık pizza ise birçok pizza zincirine taş çıkartan cinstendi. Pizza hamuru ve hamburger köftesinin hazır olmadığını belirtmekte fayda var. Biz bu bahsettiğimiz menüye, salepler 20 TL, cheeseburger 18 TL ve karışık pizza 24 TL olmak üzere, şömine, müzik ve güler yüzle beraber sadece 62 TL ödedik. Çaylar şirketten oldu anlayacağınız... Ayrıca sabah erken gelip kahvaltı yapmak isteyenler için de 2 kişi 80 TL fiyatıyla serpme kahvaltısı var. Tavuktan kırmızı ete, balıktan salataya, makarnadan tatlı çeşitlerine ve bizim tercih ettiğimiz gibi fast food çeşitlerine kadar oldukça geniş bir menüye sahip Gülizar Bahçe. Mekanın menüsüne buradan ulaşabilirsiniz.
Sapanca'ya ilk defa gittik ve muhteşem bir mekanla tanıştık. Bundan böyle her Sapanca gezimizde mutlaka ziyaret edeceğimiz bir mekan oldu. Siz de gönül rahatlığıyla buraya gidebilir ve keyifli zaman geçirip karnınızı doyurabilirsiniz. Biz gayet mutlu ayrıldık ve sizinle de paylaşmak istedik.



Food in Mobili olarak mekanları, lezzetleri, enteresan bilgileri ve hikayeleri sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz. Mailinizi bırakın ve en yeni yazılardan ilk sizin haberiniz olsun...

Web: http://gulizarbahce.com/

Son günlerin en patlak veren konusu belki de ünlü "komedyen"lerin o meşhur sinema tekeli ile girdikleri patlamış mısır polemiği. Food in Mobili olarak her şeyin tekelleşmesine karşıyız bir kere ve sonunda da film sektöründe olan bu tekelleşme, fahiş fiyat uygulamalarını beraberinde getirdi ve çok öncelerde sesi çıkarması, sinemaya sahip çıkması gereken insanlar, bu tekelleşmeye ses yükseltmeye başladı. Olsun, zararın neresinden dönülse kârdır! Önemli olan birlik olmaktır...

Bizim Food in Mobili olarak üzerinde duracağımız konu ise tabii ki işin yemek kısmı. Neden sinemada patlamış mısır yenir hiç düşündünüz mü? Biliyoruz ki sinemada bir şeyler yenmesine uyuz olan büyük bir kitle var. Şimdi karton kovalarda bu işi halletselerde eskilerde poşet hışırtısından film izlenmezdi. Halihazırda hala devam etmekte olan çiğneme sesi, mısır kokusu ve yanında içilen gazlı içeceğin açılma sesi ile birlikte birçok izleyici için film bir eziyete dönebiliyor. Sanırız bizim düşüncemizi de anlamış oldunuz 😆


Sinema işletmelerinde normal gelir dağılımında şöyle bir hesap vardır. Bilet hasılatının en az yarısı kadar "büfe" hasılatı olmalıdır. 100 TL bilete en az 50 TL'lik büfe satışı yani. Son zamanlardaki fahiş mısır fiyatları ya da "kampanyalarıyla" bu durum oldukça değişti ve oldukça pahalılaştı tabii. Zamanında sinemada çalıştığımız için şunu da rahatlıkla söyleyebiliyoruz ki, özellikle filmin başında alınan mısıra bol bol tuz atılır ki, arada müşteri su da alsın. Evet hesaplar işte bu kadar ince.

Evet, şimdi gelelim patlamış mısır ile sinemanın ilişkisinin ne zaman patladığına. Mısır, yaklaşık 8000 bin yıl öncesine kadar uzanan bir tarihe sahip Güney Amerika ve özellikle Meksika'nın bulunduğu bölgede. Anlaşıldığı üzere bin yıllar geçtikçe emperyalist sistemin yanı başındaki bu ultra her şeyde kullanılabilen gıda, mısırın kullanım alanlarına başka bir Food in Mobili yazısında ulaşabileceksiniz, Amerika'da özellikle panayır ve sirk gibi eğlence alanlarında bolca tüketilmeye başlandı. Mısır çekirdeğinin ısı ile uç kısmında birbirinden ayrılmasıyla oluşan patlamış mısır, yağ ve tuz ile tatlandırılınca da oldukça ucuz ve lezzetli bir atıştırmalık olarak piyasadaki yerini sağlamlaştırdı, hem de 1800'lerde... Bu atıştırmalığa ilgi artınca 1885 yılında ilk seyyar patlamış mısır makinesi icat edildi ve artık patlamış mısır her yerdeydi.


Sinemanın sessiz olduğu 1900'lü yılların başında, Amerika'da oluşan bu yeni eğlence sektörü insanları cezbetmeye başlamıştı bile. Yaklaşık 45-60 kişilik küçük sinema salonlarında sessiz filmler gösterilmeye başlanmıştı. İnsanların hiçbir hava muhalefetinden etkilenmeyen bu akan resimleri izleme etkinliğine karşı ilgisi her geçen gün arttı. Bu durum Amerika'daki salon sayısını arttırdı. Artık panayır ve sirklere alternatif, yağmur çamur demeden insanların katılabildiği bir sosyal etkinlik vardı. Dolayısıyla bizim seyyar patlamış mısır makineleri bu küçük sinema salonlarının kapılarına konuşlanmaya başladı. Artık mısırını kapan koltuğa oturuyor ve filmini izliyordu. Ancak bahsettiğimiz gibi o yıllarda film sessiz olunca mısır çok daha fazla rahatsız ediyordu mısır yemeyenleri ve bundan dolayı da yasaklandı.

1930'lu yıllar ve sonrasında ise artık filmlere ses gelmişti ve sinema solunu işletmecileri ekstra para kazanmak için mısır patlatma aletini sinema salonlarının içine taşımaya başladılar. Artık sinemada filmin sesi mısırın yenme sesini bastırdığından işletmecilere göre sorun kalmamıştı ve her tarafta bolca bulunan, yapması kolay ve kâr marjı oldukça yüksek atıştırmalığı sinema kültürünün tam ortasına yerleştirdiler. Bize göre tabii bu sinemada yapılacak iş, yenilecek şey değil! Tekrar belirtmek istedik.


Patlamış mısır fiyat deneyini duymayanınız yoktur ama biz kısaca bahsedelim. Öncelerde iki boy patlamış mısır kabı var ve böyle satılır. Küçük boy 3 cent, büyük boy 7 cent olarak fiyatlandırılır. Küçük boy daha çok tercih edilir ve satın alanlara nedeni sorulur; "büyük çok pahalı, aralarında iki katından fazla fark var. Bu kadar fazla para vermeye gerek yok." yanıtı alınır. Sonrasında bu iki seçeneğin arasına birde orta boy eklenir ve 6.5 cent şeklinde fiyatlandırılır. Bu kez de büyük boy mısır daha çok satılmıştır. Nedeni sorulduğunda; "orta boy ile aralarında sadece 0.5 cent var, 0.5 cent daha vererek niye bir büyük boya sahip olmayayım ki?" cevabı alınır. Görüldüğü üzere küçük boydan eser yok! İşte algıyla böyle oynanır ve bu durumu hemen hemen her alanda görebilirsiniz...

Sinemayla mısır arasında patlak veren aşkın hikayesi böyleyken bizim komedyenlerle tekel sinema arasındaki aşkın hikayesi nereye varacak bakalım. Evinizde açın filminizi, hazırlayın patlamış mısırınızı ve kimseyi rahatsız etmeden keyfini sürün. Toplu alanlarda böyle kokulu ve haşır huşur sesli yiyeceklerin tüketilmesi bize göre kökten yanlış zaten. İyi seyirler efendim.

Kadıköy'desiniz ve canınız kahve mi çekti? Şimdi size o kahve esanslı kafelere, büyük cırtlak ışıklı mekanlara, hafif retro hava katarak sizi cezbetmeye çalışan ahşaplı mahşaplı dizayn edilmiş kafelere ve devasa kahve zincirlerine inat, küçük, samimi, sıcak bir mekandan bahsedeceğiz. Kahvesi de gayet lezzetli... Fatbird...

Tam olarak Fatbird Coffee, Waffle & Fondue diyebiliriz kendilerine ya da sadece Fatbird. Oldukça küçük ama gayet güzel dizayn edilmiş bir mekan. Mekanın yarısı mutfak, yarısı masa sandalye. Çok kalabalık edemeyeceğiniz bir yer aslında, ancak dedik ya sıcak bir ortamı var. Çokta ferah. İçeride hemen hemen 10 kişi aynı anda biraz zor ikamet edebilir ama bir arkadaş gurubuyla gidin mekanı kapatın deriz!


Kahvesi oldukça lezzetli. Biz flat white denedik. Fiyatları da gayet uygun. 2 flat white için 20 TL ödedik. Keyifle sohbet ettik, arkada çalan hafif ve güzel müziğe kulak kabarttık, arada bu soğuk kış gününde duvarla bir oturma yerinin üzerindeki minderin yumuşaklığı ve içerinin sıcaklığıyla kendinden geçmiş muhteşem sevimli kedi arkadaşı sevdik. 😁

Kadıköy'e gidip, kahve içmek isteyen herkese tavsiye ederiz ki take away alıp devam edebilirsiniz. Biz waffle ya da fondue denemedik ama en yakın zaman da mutlaka deneyeceğiz. Food in Mobili olarak ortam hoşumuza gitti bir kere, bırakmayız.



Rıhtım'dan yukarı doğru çıkıp, barlar sokağını es geçip, Moda'ya doğru döndüğünüzde ilk ara sokakta kendileri. Üst sokaktan giderseniz - Moda tarafından - sokağın köşesinde çiğ köfteci ve eczane var, oradan dalın içeri, BİM'in karşısı 😃 Eğer diğer taraftan giderseniz, sokağın başında bir kitapçı var, bu dilim pizza satan yerin yanından yukarı doğru çıktıktan sonra, kapısında tezgah gördüğünüz kitapçının sokağına girin ve ilk sola dönün... Güzel oldu sanki yol tarifi 😃


Kadıköy'de küçük ve şirin, kahvesi güzel bir mekan "Fatbird". Biz sevdik, siz de seveceksiniz.  Kadıköy'deki diğer mekanlarda Food in Mobili'de... Mail bırakın ki en son yazılardan ilk sizin haberiniz olsun...